Terör ve İslam Üzerine. 
Akşam Gazetesi (Gülden Hanım'la) 
Soru: 
İslamcı-dinci  terörist tartışmalarından yola çıkarak dinin devlet talebi var mı, güç  kullanılmasını istiyor mu, sorusuyla başlayalım dilerseniz. Son İstanbul  terör eylemleriyle güncelleyelim,11 Eylül itibariyle ortaya çıkan savaş  ve terör, Hıristiyanlık-İslamiyet çatışması mı yoksa zengin Kuzey ile  yoksul Güney'in çatışmasından mı kaynaklanıyor? 
Cevap: 
Marks,  dinin özellikle sömürülen halkın afyonu olduğunu, dinle uyuşturulduğunu  söyledi. zamanla bazı dinler belki Marks'ın dediği fonksiyonu icra  etmiş. Sonra kapitalizmin yayıldığı ülkelerde kilisenin etkisi  zayıflatılmış, kapitalizmin endüstri devriminin ilk yıllarında  sömürülenler için din kullanılmıştı. Marks, bunu görmüştü. yoksulların  dünyevi taleplerini erteletmede din kullanılmıştır. Dünya bütün dinlere  göre bir araçtır ama bu aracın insan hayatındaki yerinin dengesi  bozulmuş, kantarın topuzu fazla ahirete doğru kaymıştır. Bu dünyanın  kaymağını yemek isteyenler bunu yapmıştır. Marks da bunu görmüş,  söylemiş. zamanla sendikal işçi hareketleri başlamış, kapitalizmi neo  kapitalizm takip etmiş. Batı, henüz kendi aydınlanmasını ve endüstri  devrimini gerçekleştirememiş Doğu'ya, geri kalmış, zayıf ülkelere  yönelmiş, sömürgecilik başlamış. Sömürgecilikte din, uzun süre  kullanılmış. Ama yoksulu istismarına ve ülkenin gayrimüslim tarafından  istila edip halka hükmedilmesine en fazla direnen din, İslam olduğu  anlaşılmıştır. Bugün ABD İslam engelini aşmak için kitaplar yazdırıyor,  raporlar tutturuyor. CIA'yı kulllanarak dünyanın muhtelif yerlerinde,  çeşitli faaliyetler gösteriyor. Ortaya bir ılımlı, liberal İslam kavramı   atıp onu yükselen değer haline getiriyor. Klasik, geleneksel, Hazreti  Peygamber'in ve onun sevip örnek gösterdiği nesillerin yaşadığı İslam  ise, yükselen değil, düşen değer olarak takdim ediliyor. Başka adlar  veriyor: radikal, fundamental yaftaları yapıştırıyor. 
Batı,  sömürgecilik dönemlerinde İslam dünyasında da işbirlikçi hocalar,  alimler bulmuştur. Bunlar Kandırılmış, bir kısmı bir kısmı satın alınmış  da olabilir. Bunlar Ingiliz, Fransız, Alman, Italyanlar'ın istilasını  hoş, makul, meşru göstermek için gayret etmişlerdir, ama tutmamıştır.  Bu, yağlı bir satıh üzerine boya sürmeye benzer; boya hemen dökülür.  Çünkü bu dinin dipdiri bir kitabı var. Inanmayana göre Kur'an, Hazreti  Muhammed'in yazdırdığı bir kitaptır. Inanlara göre Allah'ın O'na  vahyettiği bir kitaptır. Hangisine göre olursa olsun, şu noktada iki  zümre birleşiyor: Bu Kur'an Muhammed Mustafa'nın ağızından nasıl  çıkmışsa, bugün öyle vardır. Burası sabit bir nokta. Peygamberimizin çok  güvenilir ve detaylı bir hayat hikayesi vardır . Vefatında, sakalında  kaç tane beyaz tüy vardı, bu bile biliniyor. Bu dinin ötekine nasıl  baktığı çok açık. Egemenlik, yoksul-zengin ilişkisi açısından bu kitapta  ve peygamberin hayatında asla yorumlayarak üstünü örtemeyeceğiniz  gerçekler var. Üç örnek vereceğim. Sadece iyilik olsun diye yoksullara  yardım edin demiyor; hakları var, diyor. Sizin mallarınızdan mahrum olan  ama istemeyen, mahrum olan ve  isteyenlerin hakları vardır, diyor  Kur'an. Bunu neyle örteceğiz? Teri kurumadarn işçinin ücretini verin,  diyor. "Kardeşlerinizi Yani işçileri, hizmetçileri) işinizde  çalıştırdığınızda yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin,  yapamayacağı ağır işleri yüklemeyin, yüklerseniz bizzat yardım edin!"  buyuruyor. Peygamberin sözü sıradan bir adamın sözü değil, sizi  bağlıyor. Müslümanlık, dün Rusya'nın, bugün ABD'nin dünya patronluğuna  ve emperyalizmine en ciddi itiraz kayanağı ve referansı olabilecek  dindir; ama eğer bu dinin dişleri sökülmezse. Bugün Müslümanların yüzde  90'ının eksik-fazla bildiği, yaptığı din, liberal değil, sahih İslamdır.  O din de zalimlerin dünya patronluğu macerasına engeldir. 
Soru: 
ABD'nin  iştahını kabartan topraklar Afrika'da da olabilirdi. Bu topraklarda  yaşayanların Hıristiyan, putperest ya da Müslüman oluşları değil,  topraklarındaki rant kaynakları değil midir iştahın ve saldırganlığın  nedeni? 
Cevap: 
O rant sadece İslam coğrafyasına ait  değil. O rant Avrupa'da, ABD'de ve Rusya'daki topraklarda da var. Zayıf  Doğu'da, zayıf Güney'de de var. Sömürgecinin en az zahmetle en fazla  rahmete konmak istemesi, sömürmek için zayıfı seçmesi çok tabiidir. En  az zahmetle yapabilmesi için direnci kırması, direncin kaynaklarını yok  etmesi lazım. Ben sahih İslam'ın hedef kılınmasının sebeplerinden biri  olarak bunu görüyorum. 
Soru: 
İşin özü zengin Kuzey'le yoksul Güney'in çatısması ise sosyalistlerle Müslümanlar ilk kez bu kadar birbirine yaklaştı? 
Cevap: 
Emperyalizme  dirençte Ortadoğu ve benzeri ülkeler, sosyalistlerle işbirliği  yaptılar. Sosyal adalet ve  sömürgecilik karşıtlığında komünisler ve  sosyalistler İslam'la buluşuyor. Bir cephe edinirler korkusuyla işin  ahlaki boyutu köpürtülmüştür. Komünistler şunu bunu yaptılar diye bizi  Sovyet Rusya'ya düşman ettiler ve komünistleri nefretimizin  hedefi-odağı, ABD'yi de sempatimizin odağı haline getirdiler. Bunu  yakınarak ifade ediyorum. Bana söylenenleri nasıl bilmem, nasıl inanmam  lazım geldiğini tayin edenlerin oyunlarını, provokasyonalarına karşı  duracak idrak seviyesine geldiğimde anladım. Biz aslında ABD'nin  sistemine daha uzağız. Bunu demokrasi olarak değil, sosyoekonomik  dünya  düzeni olarak alıyorum. Zenginin yoksula bakışı olarak ele alıyorum.  Bize dinsizlikleri, tanrı tanımazlıkları ve ahlaksızlıkları köpürtüle  köpürtüle anlatıldı. Dünya patronluğunu engelleyecek bir cephe  oluşturulmasın diye sömürüye karşı olanları birbirlerine düşürdüler.  Tabii, bir müslümana göre marksizmin, sosyalizmin kabul edilmesi mümkün  olmayan tarafları  vardır; bu sebeple ben tam bir örtüşmeden söz  etmiyorum, sömürgecilik, sömürü karşıtlığı ve sosyal adalet açısından  sistemleri mukayese ediyorum. 
Soru: 
Müslümanlar iktidarda değilse ele geçirmek için ne yapacaklar? 
Cevap: 
Açık  seçik söyleyeyim. Dinsizlik adına insanlara zulmedileceği gibi din  adına da insanlara zulmedilebilir. Dinin hem belli bir tarihteki  uygulaması hem kutsal metinleri hem de amacı itibariyle gözönüne alınıp  doğru anlaşılması lazım. Doğru anlaşılmamış, saptırılmış bir din  anlayışıyla da o dinin amacına ters düşen kötülükler yapılabilir.  Dünyanın şurasında veya burasında öyle bir İslam anlayışı ve uygulaması  olabilir ki onun bugünkü çağdaş bir toplum veya devlete uygulanmaya  kalkışılması halinde dinin asla istemediği  bazı kötü sonuçlar ortaya  çıkabilir ve çıkıyor. Aslında "çağdaş bir toplumda uygulanması" ifadesi  de  bir faraziyedir. Çağdaşlaşmış toplum buna imkan vermez, toplum  direnir. Onların orada uygulayabilmelerinin sebebi, despotizme  dayanmaları ve müslümanların uyanışının henüz olgunluk noktasına  gelmemiş olmasıdır. Yanlış anlaşılmış İslamiyet'in insan hak ve  özgürlüklerine verdiği zarar ile radikal laiklerin yönetimde olduğu  devletin verdiği zarar eşit olabilir. İslamiyet'in devlet talebi, bir  amaç değildir, İslam, bir siyasal faaliyet programı olarak gelmemiştir.  İslam, kendisine inananların yaşadıkları coğrafyada Yalnızca orada)  siyasal egemenliği de elde etmelerini teşvik eder.Bunun da sebebi dinin  yüksek hedeflerinin gerçekleşmesi, bozulmanın engellenmesidir.  Dâr'l-İslam denilen bu coğrafya dışındaki insanların ülkelerinde  Müslümanların gözü olmaz. Fetihler toprak kazanmak iin değil, dünyada  "İslam barışını" egemen kılmak içindir. İslam barışı bütün farklılıkları  içinde insanlık için mutluluk iklimidir.Kur'an'ı okuyun baştan sona; şu  dünyada da daha güzel, içinde  hüznün ve kederin hakim olmadığı bir  hayatı öneriyor. Dünya hayıtını ağlayarak bir lokma bir hırkayla  geçirmeyi farz kılmıyor. Müslüman zengin de olabilir, ama bilir ki, bu  bir imtihandır, mal ile imtihandır, bu imtihanda başarı servetle ilgili  hak ve yükümlülükleri yerine getirmekle kazanılır. 
Soru: 
Kur'an yepyeni bir dünya düzeninin programı mı? 
Cevap: 
Evet.  Cehennemin ateşini de Cennetin anahtarını da, bu dünyada yapmış  olduklarınızın karşılığı olarak ahirete insan götürür. Dinin amacı,  insanın hür iradesiyle Allah'a kulluk ederek ahirete cennetin anahtarı  ile gitmesini sağlamaktır, bunun için insanlara yol gösterir. Bu amaç  için bireyin kendisini toplumdan tecrit etmesi gerekmez,bu amaç toplum  hayatı içerisinde gerçekleştirebilir. Ancak bunun için uygun bir zemin  ve çevreye ihtiyaç vardır. Bu çağda uygun çevre olarak iki sistemden söz  edilebilir: 1. Doğru anlaşılmış bir İslam'ı, hukuk, siyaset, estetik,  sanat gibi hayatın bütün alanlarında kılavuz ve referans olarak kullanan  siyasi ve sosyal yapı. 2. Hak ve özgürlük eksenli bir demokrasi. Mümin,  Allah'ın murad ettği dünya hayatını bunlardan birinde  gerçekleştirebilir. Müslüman imkan bulunduğunda bunlardan  birincisini  tercih eder; çünkü hak ve özgürlük eksenli bir demokratik yapıdaki genel  ahlak kavramıyla doğru anlaşılmış bir İslam -ki bunda da hak ve  özgürlükler sadece müslümanlar  için değil, öteki için de azami ölçüde  tanınır-  evet bu iki sistemdeki umumi ahlak kavramları birbirinden  farklıdır. Kavramı da, uygulaması da farklıdır. Birincisinde birey,  İslam'a inanan ve ebedi mutluluk için dünyayı araç olarak kullanmak  isteyen birey,  işini daha kolay görür. Ancak bu biraz da dağda olmuş  veliye benzer, şehirde olmak biraz daha zorlaşır. Çünkü kamuya açık  alanda müslümanlarca adap ve ahlaka aykırı telakki edilen bir hayat  vardır. Plajda, hamamda, düğünde, dernekte, gökte, yerde... 
Soru: 
İstanbul'daki  terör eylemleri uluslararası haberalma örgütlerinin taşeron olarak  kullandığı Müslümanlar mı yoksa doğrudan Müslüman örgütlerin işi mi? 
Cevap: 
el-  Kaide açıklama yaptı, İstanbul'daki eylemleri de 11 Eylül'ü de  üstlenmedi.  Kendisi bir amaç için yapmışsa  sahiplenmezlik de etmiyor,  yapmadım demiyor. Irak'taki direnişin içinde varım, diyor. Bazı  kesimlerde, el-Kaide ya da Hizbullah'ın yaptığını söyleyip bunu da bir  dayanak edinerek bir tedbirler paketi hazırlama, bir kesimin üzerine  gitme telaşı var. Bu hem yurtdışında hem de yurtiçinde var. 
Şimdi  yeni bir iktidar geldi. Bu iktidarın aktörlerinin  İslamcı kökenli  olduğu, geçmişlerinde Milli Görüş bulunduğu söyleniyor, kendileri ise  muhafazakar demokrat olduklarını beyan ediyorlar. Böyle bir iktidar  havadan inmedi. Bunları bir taban iktidara getirdi. Bu tabanın da 28  Şubat teşhis ve tedavisine karşı bir reaksiyonu var. Bu teşhis ve tedavi  içine sinmiyor. "Gericisiniz, Türkiyeyi Ortaçağ'a götürmek  istiyorsunuz" şeklinde kendisine izafe edileni o taban kabul etmiyor.  Haklılar bence. Ömrüm boyunca tarikatlı tarikatsız, takvalı takvasız  hiçbir Müslüman'ın Cumhuriyet yarine saltanatın gelmesini istediğini,  propagandasını yaptığını ne gördüm ne işittim. Kerameti kendinden  menkul, selahiyeti Tanrı'dan alan bir insanın halkın seçimi ve denetimi  dışında iktidara gelip Mehdi gibi Türkiye'yi kurtarmasını talep eden  dini bütün, beş vakit namaz sahibi bir Müslüman da görmedim. Anadolu  halkının hali hazırda geldiği sonuç şu:Ülkemizi tehlikeye düşürmediği  sürece hereksin yararlandığı bir yapı oluşsun. Serbest, dürüst  seçimlerle iktidarlar gelsin, denetlensin ve beğenilmediği zaman  gönderilsin. Bazı vatandaşlar Allah'a ya da İslam'a inanmıyorsa kendi  inancına göre yaşasın, inananlar da inançlarına uygun yaşasınlar. Ama  biz gökten gelmedik. Cumhuriyeti kuranlar da Osmanlı nüfusunu sıfırlayıp  herhangi bir yerden, aydını ve avamı ile yeni bir halk getirip  Cumhuriyet'i öyle  ilan etmediler. Akşam saltanat tebası olarak yatanlar  ertesi gün Cumhireyet'in tebası olarak uyanmadılar mı?. Sekizinci  Yüzyıl'da Müslüman olmaya başlayan Türkler'in bin 200 yıllık bir dini  geçmişi, bunun kültürü,  medeniyeti, bu çerçevede  ahlak ve adabı var.  Müslümanlar kendi medeni ve kültürel yapılarıma, ahlak ve edep  anlayışına aykırı olan davranışların, medyanın da pespaye yayınlarıyla  aleni olmakla kalmayıp telkin edilir hale gelmesinden rahatsızdırlar.  Saltanat ilan etmek istemiyorlar, demokratik yoldan kısıtlanmasını  istiyorlar. RÜTÜK'te böyle endişeler görüyorum. Falan program, aile  yapısı, gençlerin ruhi ve fizksel gelişmesine... aykırıdır, diyor.  Devlet dairesinde başı açık bayan da olur, kapalı da. Namaz kılan hakim  ve subay da olur, kılmayan da. Tek tipleştiremezsiniz. Halkın, AK Parti  tabanının istediği budur. 
Soru: 
Türkiye kendi  aydınlama çağını yaşasaydı irtica gibi kaygılar olmazdı ki. Hizbullah ya  da el-Kaide'yi, Türkiye'deki cinayet ve bombaları nereye koymak lazım? 
Cevap: 
Bir  dine veya ideolojiye dayandırılan terör, o dinin ve ideolojinin samimi  mensupları tarafından yapılmamış olabilir. o dinin, ideolojinin  mensuplarıyla ya da başkalarıyla ilgili, onlarla görülecek işleri olan  devletler, bunların hazırladıkları örgütler de yapar. Kılığı, kıyafeti,  yapan insanların kimliklerini de ona göre ayarlar ve onların bir  kısmının ele verilmesini sağlar. Sonra da hedef tahtası yapmak  istedikleri gruba izafe ederler. Terörün referansı herhangi bir din ve  ideoloji de olabilir; bunlara dayanarak terör olmaz demiyorum. Her türlü  dine ve dinsizliğe ve  felsefeye dayalı terör olabilir. Eğer İslam  sözkonusu ise meseleye şu açıdan bakmak lazım. O kimselerin imanları,  samimiyetleri vardır, fakat bilgi ve eğitim eksiklikleri de vardır.  Onlar Müslüman değildir demiyorum. "Ne kadar çok İslam, o kadar az  terör"  diyorum. "Ne kadar az İslam, o kadar çok terör" diyorum. İslamı  akıl, şuur, iman, ibadet, ahlak, bilgi olarak ele alıyorum. Bu tamlık  içinde İslam ne kadar çok ferdin ve grubun bünyesindeyse o kadar az  terör vardır. Bu kuraldan hareketle şöyle diyebiliriz: Bir insan  müslümandır, bilgisi de vardır, fakat İslami  eğitimi eksiktir. Birçok  iyi ve kötüyü bilir, fakat onu hayat ve davranışlarında  gerçekleştiremez. Bilmek mutlaka yapmak anlamına gelmez. Bilmekle yapmak  arasına eğitimin girmesi lazım. Iyi bildiğinizi yapmak, kötü  bildiğinizden kaçmak için iyi bir eğitim almanız gerek. Bilmek yetmez.  Eğitimiz var, fakat bilginiz yetersiz ise yine kötü şeyler, yanlış  şeyler yapabilirsiniz. 
Soru: 
Inanmış ve bilgili bir Müslüman için Kur'an'daki dünya düzeni için cihat, Kuzeyli sömürücülerle savaşmak yok mu? 
Cevap: 
Yukarıda  tanımladığım İslam barışını sağlamanın yolu savaş olursa, bu amaçla  savaş kaçınılmaz hale gelirse savaşılır. Toprak kazanmak, sömürge  oluşturmak, başkalarının hak ve özgürlüklerini ellerinden almak için  değil, bunları yapanları engellemek için savaşılır. İslam barışı hak ve  adalet temelinde kurulur, haksıza, zalime, saldırgana karşı haklının,  mazlumun, saldırıya uğrayanın yanında yer alarak tesis edilir. Diyelim  ki, bu barışı kurmak ve korumak için gücünüz yetmiyor, nizami savaş  yapamıyorsunuz, İşte o zaman İşgal sonrası Anadolu'da, işgale uğramış  Filistin'de, Afganistan'da, Çeçenistan'da, Irak'ta... yapıldığı gibi  direniş başlar, işgal kuvvetlerine yönelik ve nizami olmayan savaş  başlar, bu savaşın hedefi işgal kuvvetleri, zalimler, haksızlar olmakla  beraber zorunlu hallerde başkaları da bundan zarar görebilirler. Bu  çeşit  savaşa işgalciler terör derler ama din, hukuk ve ahlak terör  demez. 
Ama İstanbul'daki olay terördür. Bu terör eylemine benzer bir  eylemi kolay kolay işinde gücünde ya da okumuş yazmış üç beş Müslüman  biraraya gelip de yapamaz. Terör uzmanları İstanbul'daki son eylemlerin  en az altı aylık hazırlık devresi var, diyorlar. Söylediğimiz gibi  samimi bir Müslüman, kendine göre düşman belli, ya vicdanından veya bir  merciden fetvayı da almış cihad yapmak istiyor, böyle bir potansiyel  bulunduğunda, bunları bulup yönlendiren dış güçler/çevreler, "Ben CIA,  MOSSAD ajanıyım" diye gelmiyor. Gelen da sarığıyla, sakalıyla,eylemcinin  tarihini dinini öğrenerek geliyor. Çok iyi yetiştiriliyor. Bir süre  Afganistan'a da beraber gidiyorlar. Sonra da gelip eylemcinin kendi  memleketinde kullanıyor. Kullanılan adamların tamamı satın alınmış  değil. Kendi inancı gereği bunu yapıyor ama bunun perde arkasındaki asıl  plancıyı unutmamamız gerekiyor. Satın alanlar ve alınanlar havaya  uçmuyor. Saf ve samimi olanlar uçuyor. Daha önce söylediğim formülü  tekrarlayayım: Ne kadar çok İslam, o kadar az terör. 
Fetva  meselesidir bu. Müslüman bir eylem yapacağı zaman bunun dinde caiz olup  olmadığını sorar, araştırır. 50 senedir İslam'ı biliyorsam eğer,  fıkıhçıysam  bana sorulsa buna fetva veremem. İslam dünyasında birçok  aklı başında  fıkıhçı meşru direnişe, savunmaya yönelik eylemler ile  İstanbul'daki terör eylemini bir tutmuyorlar. İslam yalnızca  Müslümanların mabedini korumaz, yalnızca müslümanlara din özgürlüğü  sağlamaz, diğer dinlere de sağlar, başka dinlerin mabetlerini de korur.  Zorunlu ve meşru olmaksızın bir ağacı bile kesmenize izin vermez. 
Soru: 
O eylem sırasında ölen Müslümanların şehit olduğunu söylüyorlar. 
Cevap: 
Iyi  güzel de birini şehit ederken siz katil oluyorsunuz; bu durumda da o  cennete gider, siz cehenneme gidersiniz.. Bakın, ben buna fetva veremem.  Bu eylemlere fetva veren iki makam var. Ya İslam'ı kullanıyor ya da  İslamı anlamamış. Öyleyse bu bana göre az İslam. Başka bir aracı ve  çaresi kalmadığında direnme ve meşru savunma hakkını, düşmana yönelik  eylemler ile kullanmak başkadır, İstanbul eylemlerinde onca masumun  kanına giren terör eylemleri başkadır. Bu ikisi asla ve kat'a birbirine  kıyas edilemez. Bu ikinci eylemde zaruretten söz edilemez ve buna  kötünün ehveni, az kötünün tercihi denemez. Hasılı bu ikinci eylem için  iyi bilinen bir fıkıhtan fetva çıkmaz. Türkiye'de zaman zaman İslam'ı  azaltma teşebbüsleri oluyor., İslam'ı  daha çok, daha iyi bilmeyi  engellediğiniz, zaman insanların az ve  yanlış bilgi edinmelerine sebep  olursunuz. Ayrca gerilmelerine, kinlenmelerine ve cepheleşmelerine sebep  olursunuz; yine az İslam çok terör formülüne gelmiş oluyoruz. 
Soru: 
İslami terör örgütlenmesinde Vahhabiler mi kilit noktalarda hep? Selefiler'in Türkiye'de tutunmasının şartları var mı? 
Cevap: 
Selef,  ilk Müslümanlar, demek. Dinde Selef, Hazreti Peygamber zamanında ve ona  yakın çağlarda yaşamış, Peygamberimiz tarafından örnek gösterilmiş ilk  üç  nesil. Türkçesi şöyle: Hazreti Peygamberi görüp onunla yaşayanlar,  onlara çıraklık edenler ve ikinci nesle çıraklık edenler. Selef dönemi,  İslam'ın diğer kültürlerden en az etkilendiği ve en saf yaşandığı  dönemdir. Selefiler, dini bu üç neslin anlayışı çerçevesinde anlamayı ve  yaşamayı prensip edinmiş Müslümanlardır. Bunlar da ikiye ayrılıyor.  Biri ilk üç nesil, biri de Ibn-i Teymiyye sonrası selefîler. Selefi  anlayış zayıflayıp sonraki okullar revaç bulunca bu alim ve tabileri onu  tekrar canlandırmışlardır. Gözden kaçırılan husus şu: Selefiye bir  fıkıh mezhebi değil, bir inanç ve itikat mezhebidir. Selefi yaklaşım,  fetva konusuyla değil, inanç konusuyla alakalıdır. Allah'ı anlatan bir  ayet aklıma aykırı değil ama kavrayamıyorum. Aklımın kavrayacağı bir  tanıma indirgeyerek mi kabul etmeliyim? Ya isabet ettiremezsem? Allah'ın  sıfatını o olmayan bir şekle indirirsem? Öbür tarafta da kavrayamama,  kavramadan inanma riski var. Bu riski, bu mahzuru öne çıkaran alim,  "Kavradığım bir takım ilkelerle çelişen metinleri uyumlu hale getirmek  için benim akli kalıplarımı kullanmam gerekir" diyor. Bunun adına yorum  deniyor. Gaip alemiyle Allah ve ahiretle ilgili ayetleri aklımın  kavrayacağı bir şekilde yorumlamalı mıyım sorusunun cevabından çıkmıştır  Selefilik. Bunlar diyor ki etmem! O gaip aleminin gerçekliğini  değiştirme tehlikesi, A'yı B'yapıp B'ye inanma tehlikesi vardır. Selefi  düşünceye göre, "dini metinlede geçem Allah'ın elinin kendi elim gibi  olmadığını biliyorum ama nasıl olduğunu bilmiyorum. Nasıl olduğunu  öğrenmek için de kafamı yormuyorum çünkü bu beni aşar". 
Vahhâbîler  de Selefiler'in bir versiyonu. Bir dönem onları Muhammed Bin Abdül  Vehhab temsil ettiği için onun talebeleri ve etrafındakilere Vahhabi  denmiştir. Selefiler'in fetva olarak mezhebi Vahhabilik değil,  Hanbelilik'tir. Bugün yaşayan dört mezhep vardır: Hanefi, Şafii,  Mahliki, Hanbeli. Dördü de Sünni mezhebidir. Suudi Arabistan'da  Hanbeliler çoktur. Ahmed b. Hanbel isimli alime atfedilen Hanbelilik  kabul görmiş bir fıkıh mezhebidir. Ahmed b. Hanbel, Imam Şafii'nin  talebesidir. 
Soruyu şöyle sormak lazım: Teröre referans olma açısından Hanbeli mezhebi Hanefi ve Şafii mezhebinden daha uygun mudur? 
Bana  göre cevap şudur: Fıkhı, mezheplerin hüküm ve fetvalrını belli bir  dönemde dondurursanız, bu az İslam olur; yani bilgi noksanlığıdır. Ben  diyorum ki, dondurulmuş, tarihi şartları göz önüne alınmamış, üzerinde  kafa yorulmamış olduğu sürece dört mezhebin dördünden de bir terör  eylemine referans çıkarabilirsiniz. Bunu da alıp Vahhibilik'e   bağlamanın anlamı yok. Afganistan Vahhabi değil ki. Büyük çapta  Hanefi'dir. Diyarbakır civarı şafii'dir. Iyi fıkıh okumuş Şafii  melle-alimler vardır. O bölgede terör olmuyor mu? Terörün kaynağı, falan  mezhep, falan din diye yanlış yerde aranıyor. Diğer amiller, sebepler  yanında  "eksik ve az İslam" da aramak gerekir. 
SONUÇ 
Müslümanların  karıştığı ya da karıştırıldığı terör eylemlerinde ya Müslümanların  dahli yoktur. Başkaları yapmış ve onlara fatura etmişlerdir ya da buna  bir kısım Müslümanlar, "az İslam yüzünden" bilerek bilmeyerek alet  olmuşlardır.  Doğru anlaşılmamış, hazmedilmemiş, eğitimle kişiliğin  içine yerleştirilmemiş Müslümanlıktır. Öyleyse biz terörün amillerini,  kaynaklarını bulmak istiyorsak herhangi bir din, sistem ve ideoloji  mensuplarının bütününü suçlayıcı bir tavırla yola çıkmamalıyız. Bu çıkar  yol değildir. Terör olduğunda hemfikir olduğumuz bir eylemde dini bütün  Müslüman'ın bulunması mümkün değildir. Insaf edelim. Bir buçuk milyar  Müslüman'ın içinde kaç terörist var? Usame Bin Ladin Hanbeli ise onun  Afganistan, Pakistan hatta Türkiye'den adamlarının her birinin mezhebi  farklı. Selefiler de selefilere terör uyguluyor. İşte Suudi  Arabistan'daki terör eylemleri. Terör eylemlerinde muhakkak büyük planın  parçasını aramak lazım bu bir, Ikincisi de eksik İslam. 
Fıkıh,  dinin ibadet, sosyal hayat, insan-insan, insan-Allah, insan-eşya  ilişkisi, yapıp etmekle ilgili olan kısmının bilgisidir. Inanç bilgisine  de tevhid ve akaid denir. Fıkıh sorusu fetva sormaktır. Fıkıhla ilgili  soruya cevap vermek fetvadır. Cevap verene "müfti", Türkçe'de "müftü"  denir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder